Şah İsmail’e gönderilmek üzere bir elçi aranmaktadır. Gönderilecek elçinin yiğit, cesur ve devletin haysiyetini koruyacak biri olması gerekmektedir. Şah İsmail, çok zulmeden, gaddar biridir. Divan toplantısında vezir, Şah İsmail’in kötülüklerinden bahseder.
Muhsin Çelebi, vaktini kitap okumakla geçiren, devlete çok bağlı, zengin bir kişidir. Elçi arandığını öğrenince sadrazama giderek gönüllü elçi olacağını söyler. Sadrazam önce Muhsin Çelebi’yi deli zanneder. Muhsin Çelebi, sıra dışı, pervasız, cesur, tam aradıkları gibi bir insandır. Muhsin Çelebi, elçiliği tek bir şartla kabul eder. Tüm masrafları kendi cebinden karşılayacaktır. Çiftliğini, mandırasını ipotek eder. Adından çok söz edilen, çok pahalı pembe incili kaftanı satın alır. Şah İsmail’in sarayına gider.
Şah İsmail, Osmanlı elçisini beklemektedir. Sarayında tahtının arkasına cellatlar diker. Muhsin Çelebi gelir ve Şah İsmail’in eteğini öpmeden Yavuz Sultan Selim’den getirdiği fermanı uzatır. Şah İsmail onun bu gururlu tavrına çok sinirlenir. Muhsin Çelebi bununla da yetinmez. Üzerindeki harikulade kaftanı yere serer ve Şah İsmail’in karşısına kaftanın üzerine oturur. Çıkarken de gururlu bir şekilde kaftanı orada bırakır. Şah İsmail, sinirinden hiçbir şey yapamaz. Muhsin Çelebi, her şeyini uğruna sattığı kaftanı İran sarayında ülkesi uğruna bırakmıştır. Ülkesine döndüğünde her şeyini kaybetmiş; fakat devletinin şanını yüceltmiş biri olarak hayatına devam eder.