Roman özetleri

Zalim Cazibe Kitap Özeti

“… parlak bir yıldız gibi.”
Romantic Times

“Eğer Julia London’un romantizmiyle tanışmadıysanız, mutlaka bu kitabı okumalısınız.”
New York Times

“Kesinlikle duygusal bir fırtına, kalbinizi çalacak bir hikâye… Bu büyüleyici romantizm kalbinizi ısıtmakla kalmayacak, ateşinizi de yükseltecek.”
Romantic Times

“Sizi mutlu eden yazarları bilirsiniz. Onların romanlarını okuduğunuzda yüzünüzde gülümsemeler oluşur. İşte Julia London okumaya başladığımdan beri bu duygular içerisindeyim.”
Romance Reviews

“Uzun zamandır okuduğun en iyi tarihi romantizm. Bu kitap romantizm seven tüm okurlarla paylaşılmalı.”
All About Romance

“Bu kitabı bir oturuşta bitirmelisiniz.”
Romance Reader

“Romantizmin doruk noktası… Bu hikaye beni etkisi altına almayı başardı. Çabuk gidin ve bu kitabı edinin, inanın pişman olmayacaksınız.”
Romance Junkies

Lady Claudia Whitney hariç, Julian Dane kadınlar tarafından reddedilemeyen bir erkekti.
Çocukluktan beri tanışıyorlardı, Lady Whitney de gayet güzel ve alımlı bir kadın olmuştu. Julian, çocukluk arkadaşını tutkuyla alakalı bilmesi gereken her şeyi öğretmek istiyordu, fakat aslında Clauida bunun tam tersini başarmak üzereydi. Tüm saflığını ve doğallığını kullanarak Julian’a arzuların ve tutkuların en vahşice yaşandığı, insanları tüketen aşkı öğretecekti. Çapkın erkek karşısında dişli ve güzel bir kadın bulmuştu…

ÖNSÖZ

Dunwoody, Güney İngiltere, 1834

“Bu ölümle. Tanrı ‘nın ışığında, sevginin gücünü biliyoruz

hayatın gücünü biliyoruz ve biz,

merhametin gücünü biliyoruz.

Amin…”

Papazın sözleri, zihnine güçlükle nüfuz ediyordu. Phillip Rothembow’un açık mezarının başında dururken, Julian Dane o çayırda yaşanan akıl alma/ olayları düşündükçe, kendini korkunç bir kâbusun tuzağına düşmüş gibi hissediyordu. Bir el ateş edilmişti. Adrian, kafayı bulan Phillip’ın saçma sapan düellosuna ve sarhoşluğuna boyun eğmiş, düelloya bir son vermek için havaya bir el ateş etmişti. Her şey o anda sona ermiş olmalıydı. Ama Phillip, Adrian’a gerçekten ateş ederek karşılık vermiştionu öldürmeye çalışmıştıve bu olay karşısında Julian’ın ağzı açık kalmıştı.

Phillip’ın ateş etmesi son derece anlamsızdı; silahı bile zar zor tutuyordu. Yine de ardından gelen o puslu anda, dengesini tekrar topladı, kendi etrafında dönüp, Fitzhugh’un paltosunun altından çıkıntı yapan, Alman yapımı, çift namlulu silaha atıldı. Adrian’a döndüğünde, Phillip delirmiş gibi ve çok vahşi görünüyordu. Julian, onu durdurmaya çalışmıştı ama sanki kollarına ve bacaklarına tonlarca ağırlık bağlanmıştı. Ve her şey öyle çabuk olmuştu ki.

Göz açıp kapayıncaya kadar, Lord Phillip Rothembow Ölmüştü. Kendi öz kuzeni, Albriglıl kontu Adrian Spence, nefsi müdafaa için, onu kalbinden vurmuştu.

Julian olanlara inanamamış, kendi şokunun yansımalarını, Lord Arthur Christıan’ııı yüzünde görmüştü. Phillip’in bedeninin üzerine yığılıp kulağını kandan sırılsıklam olmuş yeleğine dayamış ve bizzat kendi ağzından dökülen sözcüklere tanık olmuştu; “O ölmüş.”

İşte kâbus, Julian’ı tam o anda ele geçirmiş, geçen her saat daha da derinleşip koyulaşmış, üzerine çökmüştü ve artık uyanmasına izin vermiyordu. Ama bu rüya bile, aylar boyunca borç ve içki batağında yüzdükten ve Madam Farantino’nun kadınlarına gömüldükten sonra, Phillip’in aslında kendini Adnan’a öldürtmeye çalıştığı gerçeğinden onu uzaklaştıramıyordu. Onunla geçirdiği aylar boyunca Julian, aşırılıkları sebebiyle Phillip için yeterince endişe etmişti. Ama en çılgınca anlarında bile, Phillip’in umutsuzca hayalına son vermek istediğinden asla şüphelenme m işti.

Nasıl oldu da böyle bir şeyi aklından geçirebilmişti? Lord Phillip Rothembow, lanet olası Regent Sokağı Serserileri’nden biriydi! Julian Dane, Adrıan Spence ve Arihur Christîan’ın olduğu kadar, tüm soylu erkeklerin de idolü idi. Tanrı aşkına, onlar serseriydi; kendi kurallarına göre yaşar, servetlerini daha büyük servetler edinmek için riske atar, toplumdan ve kanunlardan asla korkmazlardı. Onlar, Regent Sokağı mağazalarının zengin müşterileri arasından seçtikleri genç kalpleri, kasten kıran erkeklerdi. Geceleri Regent Sokağı Ürkekler Kulübümde, babalarından aldıkları Tanrı vergisi hünerlerini ortaya serer, tüm güçlerini Regent Sokağı kadınlarının, dillere düşmüş yatak odalarına saklarlardı/Sınırları sonuna kadar zorlarlardı ama bu defa Phillip, o sınırı öylesine zorlamıştı ki, bir melek gibi ayaklarının dibine yığılmıştı.

Ve Julian. kendi ölümlülüğünü fark etmişti.

Anlamıştı ki bu trajediden, kısmen de olsa sorumluydu. Bu rüyanın bir sonu olup olmadığım merak ederek, önündeki çukurda yatan ahşap kuruya boş boş baktı. Papaz ne demişti? “Bu ölümle, Tanrı’nın ışığında, sevginin gücünü biliyoruz.

Ölüm öylesine aptalca bir kavramdı ki, neredeyse kahkahalarla gülecekti. Bir babayı, ölüm döşeğinde can çekiştikçe, hemen her şeye küfredecek kadar sevmenin ne demek olduğunu iyi bilirdi. Bir kız kardeşi, sanki kendi öz çocuğun gibi sevmenin ve o kollarında öldüğünde, kalbinin burularak adeta bedeninden ayrılmasının ne demek olduğunu iyi bilirdi. Ve Tanrı yardımcısı olsun, bir adamı kardeşi gibi sevmenin, cinnetin ve intiharın pençesine düşüşünü çaresizce izlemenin ne demek olduğunu da artık iyi biliyordu.

Tamam, sevginin ne demek olduğunu iyi biliyordu ama bu onu avutmaya yetmiyordu.

Mezar kazıcılar çukuru toprakla doldururken. Julian gözlerini mezardan aldı ve kaskatı dikilmekte olan Arthur’a baktı. Artlıur, içlerindeki arabulucuydu ve herkese uyum sağlayabilmek gibi hayranlık uyandıran bir yeteneği vardı. Dün gece hepsi kederlerini bir şişe kanyağa gömmeye çalışırken, Arthur yıkılmış bir hâlde, Phillip’ın koniye gidişini fark ettiğini ama her şey için çok geç olana kadar, sıkıntısının derinliğini anlayamadığını itiraf etmişti.

Adrian da anlayamamıştı

Julian gözlerini çevirdi: olanlara inanamayan, dehşetin gözlerinin etrafına derin izler bıraktığı, gayri resmi liderleri Adnan Spcnce’e baktı. Adnan, Phillip’ın çöküşünü fark edemediğini söylemişti; çünkü gözü, babasıyla süre giden savaşından başka hiçbir şey görmüyordu.

Ve tüm arkadaşları kahrolurken. Julıan Dane, Kettermg Kontu, oturduğu yerde dalıp gitmiş, suçluluk ve çaresizlik hissinden tamamen uyuşmuştu.

İnce bir yağmur başlamıştı ama Julian’ın gözleri, hızla bir çamur yığınına dönüşmekte olan toprak yığınına kilitlendi. Uzun yıllar önce, dördü liton’da tanıştıklarından beri var olan daimi dostunun, şimdi o mezarda yattığına inanamıyordu. Tanrım! Böyle bir şeyin olduğuna inanmak öylesine zordu ki. Bunun olmasına nasıl izin verebilmişti’ Phillip’ın gururuna çok mu güvenmişti? Güçlü olduğundan fazla mı emin davranmıştı? Endişelerini gidermek adına, Phillip’ın…

Related Articles

Robinson CRUSOE Daniel DEFOE detaylı kitap özeti

Eteğimdeki Taşlar Kitap Özeti

Ve Dağlar Yankılandı Kitap Roman Konu Ve Özeti Hakkında

admin