BiyografiRoman özetleri

Benim Gözümde Menderes Kitap Özeti

RECEP PEKER

Sene 1946… Büyük Doğu’nun üçüncü yüz ve ikinci devresi… Örfi İdare tarafından kapatılmış bulunuyoruz. Sebep, kapağımıza koyduğumuz kocaman bir kulak resmi ve üstünde bir yazı: Başımızda Kulak İstiyoruz!

Bu kapak kompozisyonunun zahirdeki mânası, istediği kadar «milletin dertlerini dinleyecek bir devlet kulağına muhtacız!» demek olsun… Halk Partisi çetesinin başı «Şekâvetmeâp Efendimizin sağır olduğu malûm… Hemen onun sağırlığını işaretlediğimiz hükmüne varıyorlar ve bizi kapatıyorlar.

İyi ki, bu kadariyle kaldılar ve beni zindana atmadılar. O güne kadar yedek subaylığımı yaparken siyasî yazı yazmış olmaktan yediğim ve Sultan Ahmet Cezaevinde ucundan gördüğüm bir günlük hapis müstesna, hapishane nedir, tanımış değilim.

Erenköyünde, eski bir paşadan kalma, büyük bir ahşap köşkte oturmaktayım… 5 6 metre genişliğinde ve 10 12 metre uzunluğunda muhteşem bir salon ve etrafında, yüksek tavanları yaldız nakışlı, büyük büyük odalar… Bu salonda, (stil) eşya arasında, bir ileri, bir geri dolaşarak, bitmez bir (manej) halinde gidip gelerek halimi düşünüyorum.

Akşam yemeğim olmasa bile. mükellef bir kollukla ve şaşaalı bir dekor içinde zuğün bir şato sahibi edasiyle halimi düşünmek bana çok zevkli görünüyor. Sanki böyle bu dekor içinde düşüncelere dalmanın çözemeyeceği mesele yoktur Şu farkla ki, ben hu köşkte basil bir kiracıyım; içindeki eşya da. eski paşadan kalma birtakım demirbaşlardan sonra, annemin Beylerbeyindeki evinden taşıdığım baba yadigârlarından ibaret.

Eski paşadan kalma, çerçevelerinin yaldızlan dökük, kocaman duvar aynalarında, mazi, gözlerini şimdiki dünyaya yummuş bir hayalettir.

Kelimenin tam kavramiyle meteliksiz ve ümitsizim.. Kapatılan Büyük Doğu’nun Anadolu bayilerinden alacağı olan, parça parça dağınık onbinlerce liradan on kuruş bile tahsil edebilmem imkânsız…

Henüz. Mehmet ve Ömer isimli biri ikibuçuk. öbürü bir buçuk yaşlarında iki erkek çocuk sahibiyim.

Böyle bir günde, sabah vakti kapım çalındı:

Sütçü, dediler! Galiba parasını islemeye geldi! Kapıya çıktım. Sütçü benimle halde görmüş olmalı ki.

Aman. beyefendi, dedi: sıkılmayınız, ne zaman olsa verirsiniz!

Ve günlük sütünü bırakıp gitti.

Salonda, züğürt asilzade zevki icabı, (kapitone) mor kadife döşeli bir İngiliz koltuğuna gömülmüş düşünürken yine çalınan kapı;

Postacı!.„

Postacı bana bir havale ihbarnamesi uzatıp imzamı aldı. Gelen para 400 lira… Bugünün parasiyle en aşağı 7 8 bin lira… Ama kimden geldiği belli değil… O gün için böyle bir parayı bana gönderecek hiç kimse yok.,.

Hemen postahane yolunu tuttum.

Havale kâğıdını çıkardılar.

Bir de ne göreyim? Gönderen. Başvekâlet Hususi Kalem Müdürü Fuat Bayramoğlu… Yâni bizzat Başvekil…

Hiçbir şey anlamadan parayı aldım ve eve döndüm. Vaziyeti bana izah edecek zuhuratı bekliyorum.

Akşama doğru, evde. ev sahibine ait telefon öttü:

Burası Ankara… Nafıa Vekili Cevdet Kerim İncedayı görüşecekler…

Cevdet Kerim İncedayı, Halk Partisi muhitinden tek tanıdığım ve alaka gördüğüm, incelik bilir insan…

Nasılsınız, Necip Fazıl Bey. iyi misiniz?

Çok şükür, efendim, siz nasılsınız?

Hep iyiyiz! Havalemizi aldınız mı?

Aldım ve hiçbir şey anlayamadım!

Başvekil Recep Peker sizinle görüşmek istiyor. Onda bu alakayı ben uyandırdım. Ankara’ya kadar zahmet etmenizi rica ediyorlar. Gönderilen para yol harçlığınız ve masraflarınız içindir. Yarın hemen teşrifinizi rica ederim. Doğru bana. Vekâlete geliniz! Beraberce gideriz.

O zamana kadar, yerlerinde belirteceğim gibi, Celâl Bayar, Refik Saydam ve Saraçoğlu Şükrü’den başka hiç bir Başvekille, uzaktan yakından en küçük temasım olmamıştır. Topyekûn ve «hep»çi bir dâvanın bayrağını açmış bulunduğuma göre de, CHP. serisi içinde hiç bir Başvekilden ümit sahibi olmama imkân yoktur. Hele bunlar arasında Recep Peker gibi. ruhu. İslâm nefretinde peklik çeken, en sert kabızlık içinde betonlaşan bir Başvekilden ne umabilirim, yahut o benden ne bekleyebilir?

Ben ondan hiçbir şey ümit edemem ama. o benden insan devşirmekteki, ahlâk yokluğundan faydalanma, korkutma veya menfaatlendüme melodiyle birşeyler bekleyebilir.

Kaldı ki. o sıralarda Demokrat Parti yeni bir kuruluş halindedir ve 1946 seçimlerinde Meclise 60 küsur mebus getirmeyi başarmıştır. Benimse bu Partiye bakışım, bellibaşlı bir kök üzerindeki ağacın dalları arasında ihtilâf iddiasında hazin bir komedya teşhisidir. Bu teşhis Büyük Doğu sütunlarına aksettirilmiş ve dâvalarını kökten ele almakla mükellef müslümanların hayale kapılmamaları. (kaşkaş) oyununa gelmemeleri, fakat bundan Halk Partisi lehine bir pay çıkmasına da yol açmamaları için gerekli işaretler verilmiştir.

İşte Recep Peker, bizim bu görüşümüzden faydalanıp bir ân için Halk Partisinin yakasını bırakmamızı ve hücumlarımızı Demokrat Partiye yöneltmemizi isteyebilir. Takdir edemez ki, som ve tezatsız bir bütün halinde Örgütleşen dünya görüşümüz, bir eliyle yakaladığı Demokrat Parti kafasını. Öbür eliyle Halk Partisi kafasını kavramak ve onları birbirine çarpmak suretiyle tahrip etmekten başka metod sahibi olamaz.

Bu fikirler, mahalle çocuklarının üflediği düdüklü balonlar gibi ruhumu germiş, Ankaraya vardım. Nafıa Vekâletinde beni hemen kabul eden İncedayı şöyle dedi;

Tren sizi yormuş olabilir. Hemen bir otele inip istirahat ediniz! Ben akşama doğru sizi otelden alırım; beraberce Başvekâlete gideriz. Şimdi telefon edip Beyefendiye vaziyeti bildireyim…

Ve yanımda telefonu açıp «Beyefendi» ile görüştü:

Necip Fazıl Bey geldi. Kendisine istirahat etmesini ve tarafınızdan geç vakit kabul edilebileceğini bildirdim.

Pek güzel, efendim, buyurduğunuz saatte huzurunuzda

Cevdet Kerim gevrek bir kahkaha attı: Harika espri!… Kendisine söylememe izin veriyor musunuz?

Hürmetler ederim!

Cevdet Kerim, laubali tebessümünü yalnız bana göstererek Recep Peker nezdinde bir nevi «mutemet» ve «nazı geçer» adam edasını takınmaya gayret ederken, «generalin karşısında gözde bir posta erinden ileriye geçemediği hissini yenmeye çalışıyordu.

«Harika espri»yi izah etti:

«Akşama kadar iyice hazırlansınlar ve silahlansınlar.» diyor. Başvekil… Hesaplaşma çetin olacakmış… Size avans veriyor. Şövalyece değil mi?

Tam şövalyece!.. Eli ve dili bağlı adama zindan hücresinde verilen avans, tam şövalyece!…

İncedayı biraz evvel telefonda attığı gevrek kahkahayı tekrarladıktan sonra birdenbire gözüne zoraki bir ciddiyet doldurdu.

Sizden rica ederim. Başvekile karşı dikbaşlılık etmeyiniz! Onun ne kadar dikbaşlı olduğunu tasavvur edemezsiniz! Biraz müsamahalı ve tahammüllü olmanızı beklerim.

Ve beni, tesbit ettiğimiz otelden akşam saat 6′da almak üzere uğurladı.

Otelde hayalimin gözü önüne kocaman bir satranç tahtası serdim ve karşıma Recep Peker’i oturttum. Ona, taşları hareket ettirmekte en usta ve en imtiyazlı hamleleri verdikten sonra bunlara tek tek nasıl mukabele edeceğimi tasarladım. Adetâ, görünürde ve gizlide ne kadar ihtimal varsa hemen hepsini düşündüm; karşılıklı bütün taarruz, müdafaa, ihata ve ricat yollarını hesapladım ve her davranışın karşısına mukabil bir davranışla çıkmayı ve asla (sürprize gelmemeyi dikkate aldım.

Recep Peker, Halk Partisinde bir nevi (ideolog) rolünü oynadığına göre, elbette ki, benimle bir fikir mücadelesine  girmeyi, beni o yönden mat etmeyi, kendisine çekmeyi deneyecekti. Bu yol, taraflar hesabına karşılıklı olarak çıkmaz sokaktı. O halde iki taraf da. ebedî bir düşmanlık içinde tutunabilecekleri bazı anlaşma ve bağdaşma noktaları bulunup bulunmadığını arayacaklardı.

Bizim içinse, hedef ve taktik gayet basit: Her türlü oyalamaca, avutmaca, aldatmaca var hiçbir tâviz yok…

Mevsim icabı, havanın kararmaya başladığı saat 6 da, İncedayı ile yariyana. şimdiki Maliye Bakanlığı binasının merkez kısmında bulunan Başvekâlet dairesindeyiz. Kapıda jandarma ve polisler yanımdaki «Vekil Beyefendiyi selâmlıyor ve biz teşrifat merdiveni biçimindeki mermer basamaklardan ağır ağır çıkıyoruz.

Recep Peker’in makam odasına girer girmez hesaba katılması imkânsız bir (sürpriz)le karşılaştım.

Elektrikleri yakılmamış, alacakaranlık, eşyasının bir türlü dolduramadığı, barhane gibi bir oda… Yalnız, sol taraftaki büyük yazı masasının sol yanında, maskeli, projektörvâri korkunç bir abajurdan ejderha dili şeklinde bir ışık fışkırıyor. 500 veya 1000 mumluk abajur, masanın orta tarafına. Recep Peker’le karşı karşıya oturulmak üzere yerleştirilmiş bir sandalyeye doğru, hafif çarpıtılmış.. Öyle ki, bu sandalyeye oturtulacak insan, ameliyat masasında bir hasta gibi ışık dairesinin içinde ve bütün gözler üzerindeyken,  hiçbir şey görmemeye, farketmemeye mahkûmdur.

Recep Peker tepeden bakan bir tavırla elimi sıkıp, oturmam için mahut sandalyeyi gösterir göstermez hemen (mizansenin farkına vardım. İskemleye geçip üç beş alışılmış klişe sözlerden sonra, gayet pişkin, elimi uzatıp abajuru kavradım ve bu defa onun yüzüne doğru çevirdim.

Recep Peker zahmetli bir sırıtışla güldü.

Işık aramızda olsun!

 

Related Articles

Açlık Oyunları:Ateşi Yakalamak-Suzzane Collens Roman Özeti

admin

Barbarlar Şehri – Lee Kelly

admin

Koçyiğit Köroğlu Oyunu Özeti

admin